Thursday, 11 May 2017

Ankara'nın Beyefendisi

Mustafa Ünal


Ortaokul öğrencisi iken çok sevdiğim Fen Bilgisi öğretmenim sınıftakilere teker teker hangi gazeteyi okuyorsun diye sorana, sıra bana geldiğinde ise Zaman diyene kadar, bir gazetenin ne kadar ürperti verebilecek bir neşriyat olabileceğini farketmemiştim. Çağdaş ve gerçekten beni çok seven bir öğretmen olarak bu durumu ciddiye alıp ders arasında beni idare odasına davet edip durumun vahametini algılamaya, hangi saik ile 'o' gazeteyi okuduğumu derinlemesine tahlil etmeye çalışıyordu. Ecevit şapkalı, çirkin kral edalı babamı, Ortadoğulu hristiyan bir aile kızı annemi görünce merakı daha da çok derinleşmişti neden 'o' gazete diye. Babam çok gazete okuyordu ve gazetelere çok para veriyordu ile izahatı ile kapandı fasıl. 1998 yılında, İstanbul'un fikir suçundan mahkum ve mağdur belediye reisi için 'Bu şarkı Burada Bitmez' deyip gözyaşı döküyorduk Ahmet Kaya'nın mapushane şarkılarıyla Zeytinburnu'nda. Anakin Skywalker daha 8 yaşında çocuktu. Qui-Gon ve Obi Wan çok ümit bağlamıştı ona. 2010 senesine eriştiğimde Londra'da büyük bir mutlulukla ortaokulda okuduğum gazetenin temsilcisiydim. Bir taraftan İngiliz siyasetinin satırbaşlarını özetlerken diğer yandan Türkiye Cumhuriyeti bakanlar kurulu üyelerinin Londra seyahatlerini takip ediyordum. Türkiye'nin başkentinden Londra'ya uzanan elini, himmetini, şefkatini daim üzerimde hissettiğim biri vardı hep Mustafa Ünal.Mustafa ağabey Ankara'da farklı mahallelerin sakinlerinin, örnek insanlığı ve dostluğuyla sitayişle bahsettiği ender şahsiyetlerden biriydi. Londra'ya gelen Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanların heyetlerine çoğunlukla gazetenin merkezinden Mustafa ağabey veyahut Ekrem ağabey katılırdı. İsmail Küçükkaya'nın ifadesiyle Ekrem Ağabey camiada sayılır, Mustafa Ünal bir arkadaş olarak çok sevilirdi. Hakan Çelik'in 2012 senesinde dediği gibi 'Fotoğraf kullanımı ve sayfa düzeninde bir referans olan Zaman’ın başarısında Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı ve Ankara Temsilcisi Mustafa Ünal’ın büyük katkısı vardı. Dumanlı, gazeteciliğe akademik titizlikle yaklaşan ve gazetesine saygınlık kazandıran bir isim. Mustafa Ünal, Türkiye’de siyasi ve toplumsal dinamikleri çok iyi takip eden, önemli bir gazetecidir çok kıymetli bir dosttu'


AB eski Bakanı Egemen Bağış bir kaç defa geldiği Londra'da hep Mustafa Ünal ağabeyi de heyetine dahil olmasını özellikle istemişti ve dostluğunu izhar ederek iftihar ederdi. Çok sonrasında okudum Metehan Demir'i suçladığını Mustafa Ünal ve Adem Yavuz Arslan ile dostluğundan ötürü.


Ankara temsilcilerinin ve genel yayın yönetmenlerinin birçoğu ile işte bu resmi Londra programları vesilesi ile tanıştım. Bakanların resmi programı biter bitmez Mustafa ağabeyin yeraldığı gezilerde hemen herkes ondan bir yemek, çay-kahve, yürüyüş vesilesiyle bir gayriresmi program organize etmesini beklerdi. 'Mustafa yoksa gelmem', 'Mustafa varsa gelirim' cümlesi adiyattan bir cümleydi bu gezilerde. Emma Goldman'ın 1917'de Jüriye Hitabında aktardığı meşhur bir anekdot vardır. Köleliğin devamı ve fakir Meksika'ya karşı savaş için vergi ödemeye reddedip hapsedilen David Thoreau'yu ziyaret eden Ralph Waldo Emerson 'David sen niye içerdesin' diye sorar, Thoreau ise 'Ralph Sen niye dışardasın' diye cevap verir. Mustafa ağabey hatırı sayılır bir kalem erbabı olmasının yanı sıra, zarif ruhlu bir nezaket insanıdır. Hayatında Nazım Hikmet'ten Cahit Zarifoğlu'na kadar mısraların ve antika gramafonundan duyulan klasik Türk Musikisi ve halk müziği eserlerinin izi vardır. O Türkiye toplumunun tamamını anlamaya azmetmiş duyarlı bir insandır. Defaatle Merhum Erdal İnönü'yü hayırla yadeder. Onun temel özgürlüklerden tavrını takdir ederken de; 1991 seçimlerinde Leyla Zana'lı, Hatip Dicle'li HEP'i Meclis'e taşıyan ve mecliste çözüm arayan iradesini överken de hep adaleti, içtimai huzuru ve eşitliği nazara verir. Darbeye ve darbecilere karşı tavrı hep nettir. Meşkuk bir hükümle Ankara Temsilcisi olduğu gazeteye yapılan taarruz ve ilhakı da darbeye benzetir ve yine modern hukuka rücuyu salık verir. Gazetecilik dışında hiçbir amel ile iştigal etmemiş, yazmak ve konuşmak dışında tek bir eylemi olmadan mahkumiyet yazgısına dünden razıdır. Demokratikleşme ve AB yolunda sivil insiyatifin güçlenmesi için ülke adına menfaat olarak gördüğü AKP'yi desteklemiş ve dostane uyarılarını ise görüşmelerinde dile getirme yolunu tercih etmiştir. Maalesef yayıncılık olarak büyük hatalar yaptığımız temel haklar ve özgürlüklerden yana safımızı tam belirleyememenin vicdanımızdaki azabıdır asıl mahkumiyetimiz. Shakespeare tabiriyle ifade edersek Mustafa ağabeyin tek günahı aşktır, birisinin erdemi ise nefrettir. Martin Nieomoller duyduğu pişmanlıktır ancak Mustafa ağabeyin pişmanlığı ve günahı. Hitler'in kişisel kininin tutuklusu olarak 8 yıl hapsedilmiştir. Nieomoller'in içindeki pişmanlık 1932 yılında Almanya'nın menfaati için Hitler'i desteklemesiyle başlar. Nazilerin ırkçı,ayrımcı Aryan Paragrafına 1936'da ilk fikri muhalefetini gösterdiğinde Yahudi ırkından olup Hristiyan dinine müntesip olanların haklarını zikretmeyi kafi görür.Yahudi ırkından olup Yahudi dinine müntesip olanlara yönelik gasb ve tasallut ilgili çok bir şey söylemez. Fikri muhalefet Totaliter, Otoriter ve despot rejimlerde hükmü malum bir cürümdür. Vatana ihanet, hükümeti yıkmaya teşebbüş edecek eylemleri planlamak vesaire vesaire. 8 yıllık çileli esaret ve vicdanın sancısı Niemoller'e tarihi sözlerini söyletmiştir:
“Naziler komünistler için geldiğinde sesimi çıkarmadım; çünkü komünist değildim.
Sosyal demokratlar için geldiklerinde sesimi çıkarmadım; çünkü sosyal demokrat değildim. Sonra sendikacılar için geldiler, bir şey söylemedim; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudiler için geldiler, sesimi çıkarmadım, çünkü Yahudi değildim. Benim için geldiklerinde, sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.”
Amerikan Soykırım Müzesi hakperest bir dost olarak gördüğü Niemoller'in sancısını levhalaştırmıştır ve özrünü kabul etmişlerdir.

Mustafa ağabeyi en son 2013 yılında eylül ayında Ankara'da ziyaret ettiğimde sağolsun o meşhur gramofonu ile koleksiyonundaki plaklardan önce bir müzik ziyafeti vermişti.Sonrasında yine 'Mustafa yoksa gelmem', 'Mustafa varsa gelirim' diyen Ankara gazetecilerinin bir kısmı ile buluşmuştuk. 2013'te Zaman Gazetesi'ndeki görevimden ayrıldıktan sonraki bu veda ziyaretimin ardından tekrar yüzyüze görüşmek nasip olmasa da çeşitli vesileler ile telefonda görüşüyorduk. O hep bir ağabey gibi halimi, hatrımı, iş durumlarımı sorar, ümitvar olmamı tavsiye ederdi. Ankara'daki şimdiki mimsiz medeniyetin adaletinin gadrini çeken emekçilere Londra'ya gitme tavsiyesinde bulunmuştu beni referans verip. Bayram Kaya, Emre Soncan acaba paramız yetermi yüksek lisans yaparken iş bulabilirmiyim diye istişare ederken bu hain darbe girişimi gerçekleşti. 2016 yılında yaptığımız yazışmalara baktığımda aynı zalimliğinin esaretinde ki Ayşenur Parıldak ve yine gazeteci eşi için şayet Londra'ya gelirlerse manevi destek olmamı da özellikle rica etmişti. Bende ısrarla soruyordum bir taraftan 'ağabeyim siz neden yurtdışına çıkmıyorsunuz', Niemoller gibi kişisel bir kinin esiri olma ihtimalini hatırlatarak, o ise; 'kaçtı gitti dedirtmem' burada halim 'iç güveysimden hallice, oksijenim çok azaldı' ama 'sen dua et bana' demişti. Hayatı boyunca darbeye hayır demiş Mustafa ağabey üç kere ağırlaştırılmış müebbet ile yargılanıyor bir tweet yüzünden. Tıpkı 'Moskova'da bir Centilmen' kitabının kahramanı Rostov gibi yazdığı şiirle bolşevik devrimine karşı çıktığı iddiasıyla müebbetle yargılanır ve mahkum olur. Şiiri neden yazdığını sorar özel yetkili hakim Vyshinsky. Rostov ise 'yazılmak zorundaydı yazıldı şiir' diye karşılık verir. Mustafa Ağabey Yarına Bakış'taki ilk yazısında 'Yazmak Acılarımı Hafifletiyor' demişti. Rostov'a nasıl yazdığını sorar hakim o ise 'birdenbire yazmak ihtiyacı hissettim sabah uyanır uyanmaz çalışma masama gidip oturdum' der. Son yazısında Mustafa Ağabey ise 'Yazı için küçük bir tablet yeterli. Hatta maharetli eller için akıllı telefon dahi kâfi. Ama çay dünün de bugünün de vazgeçilmezi. Masanın bir köşesinde duracak. Beyin damarları onsuz açılmaz' dediği gibi. Star Wars:Sith'in İntikamı'ndaki Obi Wan Kenobi'nin hayalkırıklığıdır Mustafa ağabeydeki sadece. 'Ne kötü bir final. Bugün AKP zindanları masum insanlarla dolu. Yüzlerce, binlerce kişi. AK Parti, AKP’ye dönüşerek adını tarihe altın harflerle yazdırma fırsatını heba etti. Hem kendine yazık etti hem de ülkeye… 'derken. 'Ne dünyevî hukuk ne uhrevî hukuk bu kayyım uygulamasına asla cevaz vermez. Kayyım ve yöneticilerinin vay haline.' derken de yine hukuk diyordu ağırlaştırılımış müebbet için tek koydukları delil 'Gör bak neler olacak' derken de ümit dışında bir şey söylemiyordu aslında.Yazarı, fikir sahibini mahkum edebilecek tek merci vicdanıdır. Fakat neler gördü bu modern çağda gözlerimiz ne zalimliklere tanık olduk. Sezai Karakoç'un dediği gibi


'Zalim kelimesinin gözbebeği
İnsan değil alet
Aletin aleti
Kör
- Tanrı onlarsız değil
Ama onlar – Tanrısız'




Mustafa ağabeyin Yarına Bakış'taki yazısını bitirdiği gibi bitsin bu fasıl 'Bize son durak Karacaahmet"  ve “Biz koşu bittikten sonra da koşan atlarız.”

http://www.kronos.news/tr/mustafa-unal-nieomollerin-duydugu-pismanlik/

Thursday, 30 March 2017

Bir Müslüman Terörist: Khalid Masood



Londra, 2005 yılında gerçekleşen organize bombalı terör saldırısının ardından, en fazla sayıda insanın zarar gördüğü bir başka terör eylemini yaşadı 22 Mart Çarşamba günü. Hyundai marka kiralık bir araç, Britanya'nın tarihi parlamentosu'nun yanındaki köprüden geçen yayaları ezerek parlamentonun önündeki polis noktasına kadar ilerledi. Araçtan çıkan, isminin Khalid Masood olduğunu öğrendiğimiz saldırgan uzun yılardır parlamento güvenlik biriminde hizmet veren polis memurunu bıçakla öldürdükten sonra vuruldu ve sağlık ekiplerinin müdahalesine rağmen canlı ele geçirilemedi. Köprüde üzerine sürdüğü insanlardan 40 tanesini yaraladı, biri Amerikalı turist ve biri Türk-İspanyol asıllı İngiliz öğretmen olmak üzere iki kişiyi de katletti. Ardında bilinen iki farklı anneden 3 çocuk ve bir eş bırakan 52 yaşındaki Khalid Masood, İngilterenin güney-doğusunda beyaz elitlerin yoğun yaşadığı Kent şehrinde 17 yaşındaki beyaz bir annenin çocuğu olarak Adrian Russell Elms adıyla dünyaya geldi.


Siyahi babasıyla çok zayıf veya hiç bağı olmamasından hırçın bir gençlik dönemi geçirdiğini söylüyor sınıf arkadaşlarından bazıları. Okul futbol takımının en gözde oyuncularından olması popülerliğine vesile olmuş. Okul fotoğraflarında birlikte poz verdiği, şu anda kasaplık yapan arkadaşı Stuart Knight, 'hoş, mütevazi ve sınıftaki herkes gibiydi' diyor Adrian için. Annesinin yeni evliliğiyle iki tane daha kardeşi olunca ve evden uzaklaşmaya başladı diyor oturduğu semtin sakinleri.Şiddete bulaşıp vandalizmden ötürü ilk defa 19 yaşında, yıllar sonra bir çocuk babası iken mahallenin meyhanesinde bir mahalle esnafını bıçakla yüzünden yaralayıp 2 yıl hapse mahkum olduğunda, 39 yaşında iken ikinci kez hüküm giymiş. Mahallede oturan “iki siyahiden biri olduğu için ırkçılığa uğradı” demiş avukatı savunmasında. Mahkeme Başkanı ise “sinirlerine hakim olamamışsın ama makuliyeti kaybedip bir insanın yüzünde bıçakla 20 dikişlik yara açacak kadar suça bulaşmışsın” deyip 2 yıl hapsine hükmetmiş. Avukat bu hükümle artık ailesiyle o küçük kasabada yaşamayacağından başka bir yere taşınmalarını ve başka bir belde de kendilerine ev verilmelerini de istemiş hakim kararıyla. Cezaevi sonrası taşındığı Eastbourne semtinde, 3 yıl sonra, 2003 yılında bıçaklı kavgaya karışmaktan 6 ay daha hüküm giydiğinde 11 eylül sonrası, terör yasalarıyla islamcı radikallerin dolu olduğu şartlarda cezaevine gönderilmiş bu defa.
Suça bağımlı ve kimlik bunalımı yaşayan Adrian Russell Elms olarak girdiği cezaevinden Khalid Masood olarak çıkmış. Cezaevinden önce eski eşini ve iki kızını terkettiğini söylüyor mahalle sakinleri. Cezaevinden çıktıktan bir ay sonra tanışıp evlendiği genç müslüman Farzana Malik ile bir kaç ay süren evliliğinden sonra Masood'tan 14 yaş küçük kadın çareyi kaçmakta bulmuş evinden. Bir arkadaşı aracılığıyla Khalid Masood'un kendisine Talak vermesini istemiş. Farzana Malik'in bir akrabası Daily Mirror gazetesine “bir kaç ay dayanabildi ancak” diyor “bir psikopatın yanında”. 2005 yılında Batıda müslüman olanların çokca yaptığı gibi, Suudi ailesinin idaresi altındaki Arabistan'a gidiyor İngilizce Öğretmenliği için. Önce Yabu'da sonrada Jidde'de Suudi Havacılık Merkezi'nde çalışıyor Sun gazetesinin bulduğu cvsinde yazdığına göre. Dört yıl sonra döndüğü İngiltere'de Gana asıllı ve bir çocuklu Rohey Hydara ile evlenmiş. Sırasıyla yaşadığı şehirlerdeki bazı semtler radikal İslamcı gösterilerle kötü bir şöhrete sahip. Londra'nın doğusundaki Leyton, yasadışı İngiliz Savunma Ligi'nin anti-islam gösterileri yaptığı Luton ve müslümanların İngiltere'deki başkenti Birmingham. 2009'dan sonra çeşitli dil okullarında öğretmenlik yapan Masood, radikal İslamcıların yoğun olduğu bölgelerdeki temaslarından olsa gerek İngiliz İstihbaratı'nın takip ağına bir süre dahil edilmiş Başbakan Theresa May'in açıklamasına göre. Birmingham'daki son oturduğu komşularından biri “çok kibar ve neşeli biriydi aslında” derken ismini vermek istemeyen bir diğeri ise “gözlerinde ve tavırlarında ani değişmeler olabiliyordu ve neşeliyken birden öfkelenebilen bir ruh hali seziyordum” diyor. 
Araç kiralama şirketinin elemanı da Hyundai marka aracı kiralarken Brighton'da kaldığı otelin resepsiyonisti de saldırıdan 3 saat önce ayrılırken devamlı espri yapan adamın bir terör eylemi yapacağına hiç ihtimal vermemişti. Kaldığı şehirlerin semtlerindeki camilerin imamları da çok sık görmedikleri Khalid Masood için açıklama yapmak zorunda kalıyorlardı. Doğu Londra'daki Caminin yanında ki kitapçı TV kameralarına İŞİD: Şeytan Yolunda Cihat kitabını bedava dağıttıklarını anlatıyordu terör saldırısından sonra. Genç kadınlardan, genç erkeklere radikalliğe giden yolları nasıl engellenebilir çok az tartılışıyordu müslümanlar arasında. Fakat tehlikenin büyüklüğü İngiltere'nin başkentinde radikal islam gösterilerine katılanların sayısı görülünce anlaşılıyordu.



Radikal İslamcıların türlü gösterileri oluyor ki akla ziyan; İŞİD'i destekleyen eylemlerden, Britanya'ya şeriat gelmeli temalı olanlara kadar her türlü absürd müslüman fikir özgürlüğünün tadını çıkarıyor. Bu tür eylemlerde özellikle radikal islamcı ve cihadcı gençler ön saflarla yer alıyor. Son yıllarda özellikle İngiltere doğumlu sonradan müslüman veyahut müslüman kökenli nüfüs arasında İŞİD sempatizanlarının %12 lere varması devlet erkanını düşündürüyor. Britanya devlet olarak İslamı kendi toplumunun dinlerinden biri olarak kabul ettiğinden, müslümanları rencide edecek en küçük imadan bile kaçınılıyor. Gazeteler bu hunharca eylemin ahlaklı bir müslüman tarafından işleyemeceği ve gerçek müslümanların bu eylemleri lanetlediği haberleriyle dolu. Fakat buna rağmen müslümanların yapması gereken şeyler olduğunu düşünenlerin sayısı da artıyor. 
Müslüman dünyasının genel tepkisi Barış dini olan İslam'ın bu eylemlerle bir ilgisinin olmadığı, terör eylemlerini yapanların müslüman olmadığı vesair ifadelerle eylemlerin kınanmasından öteye gidemiyor maalesef. Bazen müslüman liderlerin kapalı kapılar ardında bu eylemleri 'False Flag' operasyonu olarak Batılı güçlerin, yahudilerin tasarladığı iddiaları da alıcısı hala çok olan komplo teorilerinden.



19. ve 20. yüzyıldaki kolonileşme, kültürel hegemonya ve emperyalizmin menfaatçi vahşeti altında kalan; 15. yüzyıldan sonra pek bir gelişme de sağlayamayan islam dünyasının 21. yüzyılda içine düştüğü ilkelliği mahsülü olduğu ortaçağ aklında aramak gerekiyor. Şiddet sarmalının ana kaynağı, ortaçağdan kalan bir mirasta; 1,6 milyar müslümanın büyük çoğunlunun dini bir kutsal olarak kabullendiği ortaçağ islam hukukunda bulunabilir. Müslümanların kutsal kitabı Kur'an'dan ziyade İslam Peygamberi'ne ait olduğu söylenen hadisler ve mezhep imamlarının fetvalarıyla şekillenmiş şiddete türlü kapı açan hukuk mirası. Öyle bir miras ki namaz kılmayanın öldürülmesini, zina edenin, homoseksüllerin taşlanarak, isyan edenin boğularak, inkarcının, dinden dönenin yine farklı fantezilerle öldürülmesini adiyattan sayan bir miras. İŞİD'in hükümlerine, infazlarına kaynak olan bir miras. Aslında bir çok müslüman alimin inkar edemediği kutsal adına, öldürme, yakma, türlü işkence metodlarını mebzul miktarda 1993'te Zaman Gazetesi'nin basıp okuyucularına dağıttığı Kütüb-ü Sitte'de de bulabiliyoruz. Neden ve Niçin diye sorular sormanın kutsallık adına yasaklandığı, özgürlüklerin kısıtlandığı İslam Dünyasının müntesipleri, uluslarası raporlarda görüldüğü üzere dünyanın en güvensiz, en adaletsiz, en eğitimsiz ülkelerinin sakinleri. En adaletsiz ve güvensiz ülkelerin gelir dağılımı ise ya kabile yada totaliter parti mensublarından öteye gitmediğinden fakir müslümanların çok zengin yöneticileri oluyor. Neden. Niçin ve nasıllar olmayınca inovasyon da fikrin hakkı-hayat bulduğu batı coğrafyasında neşet ediyor. “Neden batı medyası İslamı şeytanlaştırmaya çalışıyor” diye soruyor avukat Asim Riaz Guardian gazetesinde. Çifte standart olduğunu düşünüyor aşırı sağcı bir cinayet işlendiğinde kimsenin katili terörist diye yaftalamadığını ifade diyor. Sosyal Demokrat İngiliz Milletvekili Jo Cox'u öldüren aşırı sağcı katili kastedip “Thomas Mair neden terörist diye yaftalanmadı? Aşırı sağcı örgütün ismini haykırıp milletvekilini öldürdü” diye soruyordu yinede.

http://www.kronos.news/tr/londrada-radikal-islamci-bir-terorist-khalid-masood/

Friday, 20 January 2017

Acılı Horoz


Bir horoz varmış. Her sabah ezan okuyormuş. Sahibi demiş ki;
-Tekrar tekrar ezan okuma! Yoksa tüylerini yolarım.
Bu tehdit karşısında horoz korkmuş ve kendi kendine demiş ki;
'Zaruretler mahzurları mübah kılar. Canımı kurtarmak için ezan okumaktan vazgeçmeliyim.

Nasıl olsa benden başka horozlar var. Her halükarda onlar ezan okur.'
Horoz ezan okumayı bırakmıştır artık...
Bir hafta sonra sahibi tekrar gelir ve der ki;
-Eğer tavuklar gibi gıdaklamazsan senin tüylerini yolarım...
Horoz bu tehdit üzerine horozluktan da vazgeçer ve tavuklar gibi gıdaklamaya başlar...
Horoz tam bir ay gıdakladıktan sonra sahibi tekrar gelir ve bu kez şöyle der;
-Şimdi de tavuklar gibi yumurtlamazsan eğer yarın seni keserim!!!
Bunun üzerine horoz ağlamaya başlar ve der ki;
-Keşke ezan okurken ölseydim!!!

Tuesday, 10 January 2017

Alim Qasımov: Sesi yıldızlara ulaşıyor


Alim Qasımov’la bir araya gelmek, öncelikle hayranlığımı dile getirmek için fırsat oldu. Geleneksel Azerbaycan müziği muğamın büyük ustası mahalli sanatçılardan aldığı feyzi ve akademiden öğrendikleriyle mecz ettiği müziğini anlattı



‘Ecnebiler keşfedinceye dek farkında olmadığımız’ hazinelerden. Sovyetler coğrafyasının Azerbaycan diyarında tarım işçisi bir anne-babanın evladı olarak dünyaya geldi. Üstad Alim Qasımov’la mülakat vesilesiyle bir araya gelmek, öncelikle şahsi hayranlığımızı dile getirmeye fırsat oldu. Doğduğu büyüdüğü küçük köyünü, kişiliğini inşa eden sosyal ve kültürel ortamı anlatarak başladı sohbete. Ebeveyninin teşvikiyle başlamış geleneksel Azerbaycan müziği ‘muğam’a. Hem mahalli sanatçılardan feyz ve el almış, hem de akademiye devam etmiş. 26 yaşında bir ses yarışmasında gelen birincilik üzerine dikkatleri üzerine toplamış. Malum, o yıllarda Sovyet Cumhuriyetlerindeki ülkelerde seyahat kısıtlaması var. UNESCO’nun desteği ile ait olduğu sınırların dışına çıkarak sanatını icra etme imkanı elde etmiş.


Orta Asya turnesinin ardından 1987’de, sinemanın gayet mühim şahsiyetlerinden Ermeni asıllı Sergey Paradjanov, dostu Andrey Tarkovski’ye adadığı Ashik Kerib (Aşık Garib) filminin müziklerine, muhteşem sesiyle ikramda bulunmasını istemiş. 1999’da UNESCO, dünyanın çok önemli müzisyenlerin perestiş ettiği mugham üstadına “Dünya Müzik Ödülü”nü layık görmüş. Hayranları arasındaki, Kuzey Avrupa’nın dünyaya armağan ettiği güçlü ses Bjork için o, yaşayan en iyi sanatçı! Müzik dünyasının, genç yaşta kaybettiği Jeff Buckley için ise ‘insan sesinin anlamı’… Kıymetli Qasımov, kendisi gibi bir mugham üstadı sevgili kızı Fergana’nın hayranı. Türkçe’nin gür sesi Alim Qasımov, Kronos’a konuştu.


Eserlerinizde mistik atmosferin kökenleri nedir, izninizle buradan başlayalım mı?


Gönlümüzdekiler. İçimizdekiler, geldiğimiz yerler, büyüdüğümüz ortamlar. Belki bir örnekle daha iyi cevap verebilirim. Bir keresinde Fransa’nın bir köyünde konser vermiştik. Bir kadın geldi. Fransız mı, değil mi; bilmiyordum. Konuşmak istedi. Bir peçetenin üzerine eliyle resim çizdi: Hilal ve yıldız çizdiği. Dedi ki; “Sen bizi göklere yükselttin.” Yani insan hissi aynıdır. Ağlamak, gülmek, sevinmek. Bana öyle geliyor ki bütün insanlar böyle. Kimin içinde ne varsa onunla irtibatlandırıyor. Öyle insanlar var ki Allah’a ulaştırdı diyemese de beni göklere yükseltti, diyebiliyor. Güneşe, yıldıza… Ama bizde yani insandaki hisse göre bazen şeytanî hislere de kapılabilir. Bazen insanî bir hüviyete bürünür. Küs olduğu biriyle barışır, yumuşar, temizlenir. Sufi dervişler gibi davranır. Başta ben bunu bilmiyordum. Bir kilim dokur gibi çok sonra fark ettim. Hatta otuz – otuz beş yıl sonra daha da anladım. Her şeyi damla damla biriktiriyor insan.


Azerbaycan’ın milli müziği muğamdan, yani uzun havalardan bahseder misiniz?


Muğam bizim klasik müziğimiz ve doğu dünyasında yaygındır. Her biri kendine mahsustur. Bir uzman gözüyle bakınca iş değişir. Bazen edebî, bazen felsefî algılanır doğuda.


Eserlerinizde Fuzulî ve Nesimî’den pasajlar hakim. Özellikle Sovyetler Birliği zamanını düşünürsek bu, kolay olmasa gerekir.


Allah razı olsun hepsinden. Kolay olmasa da bizim kültürel geleneklerimizle bağımız güçlüydü. Genellikle bu ağır bir müziktir. Durmaksızın icra etmek zordur. Bu gazeller özeldir. Bu kitlesel müzik değildir. Fuzulî, Mirza Ali Ekber Sabir, Vahit, Nesimî ve bir çoğu, etkileyici sözler söylemişler. Daha ben tam olarak anlamış değilim. O sözleri güzel seslendirirsem o şekilde icrası bile insanı saflaştırır, samimileştirir. Bu samimiyet, dinleyeni de okuyanı da göklere yükseltir.


Doğulu bir sanatçı olarak dünyada saygın bir yeriniz var. Bu kabulün sırrı nedir?


Genel olarak samimiyet gördüm insanlardan. Müslüman, terörist değil; terörist her ırktan çıkabilir. Amerika’nın bir eyaletinde kızımla Leyla ve Mecnun okurken Amerikalı bir bey yanıma geldi. Dedi ki; çok büyük zevk aldım. İkinci kez geldim o yüzden. Ve ben ailemi de getirdim. Azeri Türkü bir Müslüman sanatçı olarak ait olduğum kültürün güzelliklerini göstermek istiyorum. Kızım Fergana Hanım da benimle birlikte sahne alıyor. Örtülü olmayı tercih etti. Ama ona ayrıca davetler de geliyor. Bu Allah’ın bir lütfu.


Fergana Hanım’dan söz etmek istiyorum. Kızınızla aynı sahneyi paylaşmak, türküleri söylemek nasıl bir duygu?


Küçük kızım örtündü. Herkes ‘olmaz’ dedi. Sonra Fergana, en son da eşim örtündü. Bu Allah’ın takdiri, onların kararı. Ama bunu gösteriş için değil içlerinden geldiği için ve samimiyetle yaptılar. Bu yüzden de kabul gördüler. Kimse yadırgamadı. Öyle zamanlar oldu ki kızlarımdan hayat dersi aldım. Her zaman büyükler ders vermez, bazen kızınızdan bir şeyler öğrenirsiniz. Örtülü sanatçı az tabi. Bu da onun kısmetine yazılmış. Sahne hareketleri ona her zaman zordur. O anneliği, kadınlığı, sanatçılığı omuzlarında taşıyor ve mesuliyetinin bilincinde. Hepsinin de üstesinden geliyor, gelecek.


Türkiye’deki müzige bakışınız nasıl?


Görüyorum ki muğamların isimleri, ahenkleri aynı. Bütün Doğu dünyasında aynı. Klasik Türk seslerini dinledim. Bizde de İran’da da Hindistan’da Araplar’da da var. Şimdi o sesler Türkiye’de de yoktur!


Takip ettiğiniz sanatçılar kimler?


Belki kırılabilirler, birini deyip diğerini demesem. Ne güzel ki o insanları tarih yazıyor. Yoksa tersi olsa yani insanlar yazsa iyi olmaz. Arabistan’a gidince ordan alıp dinliyorum keza İran, Hindistan da öyle. Gece gündüz onlarla yatıp kalkıyorum. Benim için bu sanatta herkes değerlidir. Her birine bir gül versem değer.


İslam coğrafyasındaki dinî müziği nasıl buluyorsunuz?


Sözler ne kadar insanı saflığa çağırsa da musikisi de icrası da güzel olmalı. Olmalı ki İslam’ın güzelliği ortaya çıksın. Adeta kuşa tohum tanesi serper gibi olmalı.

http://www.kronos.news/tr/sesi-yildizlara-ulasan-efsane-alim-qasimov/